Sinema endüstrisi, on dokuzuncu yüzyılda gelişen ve psikiyatriye nadiren ihtiyaç duyan formlar olan melodram romanlarının, vodvilin ve sahne melodramlarının geleneklerine bağlı kalarak gelişme göstermiştir.
Douglas Sirk (1900-1987), erken dönem Amerikan TV’lerinde araya aldıkları sabun reklamları nedeniyle “soap opera” diye isimlendirilen pembe-dizilerin atası sayılır ve on tane melodram çekmiştir. Baştan beri kahramanların kötü kaderi sanki bellidir ve olaylar hızla, doludizgin kaçınılmaz finallerine doğru yol alırlar. Sirk, melodramın konusuna belli bir mesafeden bakar. Douglas Sirk sinemasında kişi, hikaye içinde bir öneme kavuşunca yakın çekim yapılır. Sirk’in melodramları o yılların gişe rekortmeni.
Melodramın klasik evresinde abartılı pozlar, gösterişçi duygular, parlak, cilalı sözlerle işlenen sahneler vardır. Bir ümitsizlik sanatıdır. Melodram seyircisi, her şeyin yolunda gittiği bir dünyadan hoşlanmaz. Melodram, klişelerinin tuzağını biçimde değil, daha çok içerikte kurar. Klişe dolaşıma çok çabuk girer. Klişe olduklarının anlaşılması etki gücünü azaltmaz. Melodramlarda merdivenli sahneler boldur. Kötüler, merdivenin alt basamaklarında dururlar. Klişelerin çoğunu kendi iç sesimiz sanırız. Masallara özgü olan, melodrama da özgüdür. Gücü, mitlere, arketiplere, peri masallarına dayanır, rüyalarla akrabadır: Rüya görür ve rüya gördürür. Pembe ve mavi renklerin sık kullanıldığı türün bir başka adı da “pembe telefonlu filmler”dir. Melodram türünün en beylik klişelerinden biri “fakir kız-zengin oğlan”dır. Dramatizasyonda aşırılığa kaçma, ahlaki kutuplaşma yaratma, şematikleştirme, kaba tiplemelere gitme, iyiler ve kötüler arasında tam bir karşıtlık kurma bu türün temel vazgeçilmezleridir. Melodramlarda uzun sessizlikler olmaz, gündelik konuşma dilinden hayli uzak, suni diyaloglar geçer. Melodramatik imgelem, her şeyi fetişleştirir. Kadın merkezli melodrama “kalbin pornografisi” de denir.
Melodram bir filmin ağırlık noktasını tek bir bireyin kararlarında topladığı için, Amerikan filmleri yanıtın ve çözümün kendi içimizde olduğu inancını körükler.

Melodram 1930’ların sonunda devreye giren ‘kadın filmi’ konseptlerinden biriydi. Greta Garbo, Joan Crrawford gibi isimlerle öne çıkıyordu o zamanlar. Bunun devamında da kostümlü drama ve duygusal-dram gibi dönüşümler geçirdi. 70’lerde ise Robert Benton gibi yönetmenlerle ‘yönetmen sineması’nın oyuncu odaklı mantığının içine girdi. 2000’lere gelindiğinde Pedro Almodovar ve Ferzan Özpetek eşcinsel kültürü de içine alan filmleri ile bu alanda kendi stillerinde örnekler veriyor. Ancak bu yıllar içinde daha çok karakter dramasına kayan ve duygu sömürüsünü arka plana iten melodramlar ve duygusal-dramların öne çıktığı görülüyor.
Postmodern yönetmen Todd Haynes’in filmi Cennetten Çok Uzakta (Far from Heaven,2002), Douglas Sirk’in 50’lerde çektiği melodramların dokusunu birebir günümüze taşıyan, hatta technicolor tekniğiyle (rengi parlak, canlı ve mükemmel, o kadar ki, sahte gibi) üretilmiş gibi duran özel bir eser.
Sosyal melodramdan, casus melodramına, polisiye melodrama varana dek melodram kendi içinde çeşitlenen bir türdür, mit ve politika melodramla beraber işlenebilir ve kendini günün koşullarına uyarlayarak kolaylıkla güncelleyebilir. Duyguların düşüncelere baskın geldiği melodram, mağdur ya da kurban ile özdeşleşmeyi talep eden, hayatı basitleştiren, tarifleri kolaylaştıran, taraf tutmayı çabuklaştıran apaçık durumlar sunar. Hemen her şeyin stereotipleştirilmiş olması, zihinleri klişelerle kodlanmış olan seyirciye anlama ve izleme kolaylığı sağlar. Algı ile kurduğu yalın ilişkide, her şey basit ve doğrudandır: İyiler, kötüler, sorunlar, durumlar fazlasıyla net ve açık; çelişkiler tartışma götürmez biçimde ortadadır. Her şey gösterişçi bir tutumla ele alınır. Abartı, fetişleştirmenin vazgeçilmez bir ifade aracıdır. Melodram, tek başına kitsch sayılmaz belki; ancak kurgusunun görünür halde olması, kitsch olanın alımlanmasını sağlar. Çünkü kitsch, bir kavrayış, kurulan dünya ile bire bir özdeşleşim içinde olanların alımlayamayacağı bir bilinçtir. (Bloğumuzda daha önce kitsch konusu işlenmişti.)
Melodramatik estetik, yalnızca filmlerin dünyasıyla sınırlı değildir: Bir çiçek buketinin yapılış tarzından, ev dekorasyonuna gündelik yaşamın çeşitli unsurlarında kendini gösterir. Böylelikle melodram, gündeliğin sanatı haline gelir, hakikilik kazanır. Temelde bir orta sınıf sanatıdır. Orta sınıfın yaşam değerleri, özlemleri ve hayalleriyle örülür. Orta sınıf, çekirdek aile demektir ve melodramların temel konuları da aile sorunlarıdır. Çocukları için fedakarlıktan kaçınmayan kadın kahramanlar sık işlenen temalardandır.

Melodramın tarihine baktığımızda aslında 40’ların klasik, 50’lerin ise pembe dizi estetikli Douglas Sirk filmleri öne çıkar. Bunun yanında bizim Yeşilçam, Hindistan’ın Bollywood filmleri de akla gelir.
Açık uçlu melodram yoktur. Her zaman kesin bir sonuca varır. Sonuç, ahlaki bildimler içerir. Melodramın tüzüğünde sinema gözyaşıdır, acıdır, nefret, şiddet, kandır. Temel sorunsalı kötülüktür. Melodramda kader konuşur. Beyazdizilerde kaderin sesinden başka ses duyulmaz. İyi bir melodram seyirciyi hüngür hüngür ağlatmayı başarır. Bastırılan hislerin serbest kalmasını sağlar. Melodramatik ilkeler tekrara dayanır. Ama kendini bunca tekrar etmesine rağmen tükenmez. Her ülkenin sinemasında bolca rastlanır.
Türler bir evrimden geçiyor olsa bile, bazı karakterlerin stereotipik roller oynaması gerekir. Melodram, zamanla kendi içinde saklı bir eşcinsel kültür ortaya çıkarmıştır. Melodram kalıplarından farklı biçimlerde yararlanarak, hatta bire bir aynı malzemeyi kullanarak bir “karşı-melodram” yaratmada en yetkin örnekler gay yönetmenler tarafından verilmiştir. Özpetek, Fassbinder ve Almodovar, hem kadın hem erkek doğasına aşina olduklarından yeni bir algı katmanı yaratmışlardır. Fassbinder, Sirk’i göklere çıkarır ve büyük ölçüde ondan esinlendiğini söyler. Melodram ile karşı-melodram arasındaki sınır çizgisini en fazla ihlal edip, aynı zamanda en çok kaynaştıran yönetmen, Murathan Mungan’a göre, Almodovar’dır. Hem ortalama seyirciyi, hem de entelektüel seyirciyi doyurabilmektedir. Geniş bir seyirci kitlesine ulaşan bu filmlerin, eşcinsel göndermeler yapıp, bu konuya değinerek, konunun bir ölçüde yumuşamasına imkan tanıdığı öne sürülmektedir.
Modern zamanların en güçlü sanatı hala melodramdır.
2 Comments
Çok başarılı bir site.Hem bölümümde gördüğüm dersler hem de genel kültür anlamında çok faydalı yazılar,bilgiler mevcut.Bir teşekkürü fazlasıyla hak ediyorsunuz.Elinize sağlık.
Güzel sözleriniz için teşekkür ediyorum. Yararlanmanıza çok sevindim. Başarılar dilerim.
Füsun Kavrakoğlu